26 Haziran 2010 Cumartesi

HAZA ADAM: NECDET KURU




Cennette çizecek çok şey var!
Mehmet Aycı, geçtiğimiz günlerde Hakk’ın rahmetine kavuşan ahbabı şair-yazar-karikatürist Necdet Kuru’yu yazdı.

Sehpanın kenarında demli çay, Samsun–216, açık tavlada tarayıcı gözler, hızlı ince parmaklar, hızlı ince parmakların kaşla göz arasında yerleştirdiği pulların şıkırtısı, “gram hile yok” lafıyla düşeş, tekrar düşeş yahut dübeş, karşıda Âdem Konan yahut Şükrü Karaca’nın hayretle açılan gözleri, fark etmez, Ahmet Tahir Erdem’in ne bileyim Hamdi Kılıç’ın yahut Harput Akademi’de Necdet Bey’in “av”ı başka bir müdavimin gözleri de olabilir pekâlâ, oynanan kız tavlası değil, “hapis”, öyle ya, erkek adam hapis oynar, rakibin attığı münasebetsiz zardan sonra seçeneğinin azlığı yahut olumsuzluğu üzerine “gel amcanın kıllı kollarına” sözüyle yan masadan yayılan gülümseme, garson Cemal Abi’nin özenle bıraktığı ikinci çay, tavla kapatılınca, hesabı hep Necdet Bey’in ödemek istemesi, yanlış anlamayın yenilgi filan değil, o zaten pek yenilmez, tepeden tırnağa cömertlik, tepeden tırnağa çelebilik, tepeden tırnağa sevimli bir edaya bürünerek haza “adam” kılığında görünen ince muziplik… Necdet Kuru’nun hallerinden bir hal işte…

O şişkinlikten hasıl olan sevaptan…

Yahut rakibin “bir el daha oynayalım” teklifine, “ben yandaki masayı karıştırayım” diyerek Doktor Yaşar Abi’nin, Yusuf Ziya Yağmur’un, Devran Kutlugün’ün “hoşkin” oynadığı masaya yöneliş, masa başında ayakta, sağ avucuyla kavradığı çay bardağından yükselen buğu, 650, 690, 750, 1000 sözlerine en az bir 10 daha ilave, karıştırayım demekle pek de karışmayan oyunun kendine özgü ahengi, o ahenkten yan sandalyede asla oyun oynamayan ancak Akademi’ye arada bir uğrayan Ömer Kayır’ın mütemadiyen gülümseyen iri gözleri, o gözlere yansıyan Necdet Bey’in oval yüzündeki çizgiler, bu arada “yerde yatan aslan”ı “kedi” çıkan Kemal Görmez’in elindeki kağıtları masanın ortasına atması, Necdet Bey’in diğer oyuncuların elindeki kağıtları gördüğü halde profesörü şişirmesi ve o şişkinlikten hasıl olan sevaptan minik bir kahkaha demeti çıkarması…

Bir ev hayali ve o hayale turp sıkan…

Yine yahut Adil Han’da eskiden Suat Emre’nin “Parantez”inde, sonraları Ethem Coşkun’un “Aşiyan”ında, çizgiye aktarılacak halk hikâyesi, gavurların “efemera” dedikleri elli-altmış yıllık ıvır zıvır kağıtları dikkatle incelemesi, Türk güreşçilerinden halk şairlerine, ne bileyim padişah efendilerimizin hayatından “efe”lere dair kitaplara dairelenerek büyüyen merakı, satın alınıp çantaya özenle konan kitaplar, çantaya kitaplar konurken çıkarılan çizgi eskizleri, bu eskizlerin altına yazılan yazılar, o yazıların didaktik açıdan sorunlu olup olmadığı, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan çıkacak kitaplarının telifiyle alınacak bir ev hayali, o hayale turp sıkan kamu yayın bürokrasisinin ağır işleyişi…

Ankara’daki arkadaşların portresini çizsen ya

Yine bir daha yahut Gökkuşağı’nda üç beş arkadaşla çay içerken, tam da meseleye dalmışken, yanda bir kişinin sanki konuşmanın bitmesini beklermiş gibi ayakta durduğu hissi, kafanızı kaldırdığınızda, aa, Necdet Abi, “merhaba üstadım” ile başlayan ılık cümle, o cümlenin devamında, “Allah’ım çizgiye aktarılacak ne çok konu ne çok malzeme var, yahu Necdet Abi, eskiden karikatüristler yazar-şair portresi çizerlerdi, sen şu Ankara’daki arkadaşların portresini çizsen bari” deyişimiz, “söz, ben de yaşarsam senin portreni” yazacağım mukabil vaadi…

Yine yahut söylediğiniz bir sözü, künyesini verdiğiniz bir kitabı, bir anımsatmayı çantasından çıkardığı deftere, cebinden çıkardığı numaralı uçlu bir çizgi kalemiyle itina ile not etmesi, inci gibi yazması, o yazarkenki dikkati…

Bunlar uzar…

Şimdi toprağı incitmeden yürüyen adamlardan biri daha eksik

Şöyle oldu: Galiba Kars/Iğdır yolculuğundan gelmiştim. Geç geldim. Saat 22.00 gibiydi. Akademi’de bir sessizlik… Arkadaşlar en sahici maskeleriyle üzüntülü… Hayırdır; Necdet Kuru rahmetli oldu.

Şimdi yeryüzünde toprağı incitmeden yürüyen adamlardan biri daha eksik…

Şimdi eski kitapçıların eşiğini aşındıranlardan bir günümüz akıncısı daha…

Şimdi, çizdiği, çıkardığı mizah dergilerinin gözü yaşlı…

Bu “şimdi”ler de uzar gider.

Şimdi Necdet Kuru…

Cümle şu:

Şimdi Necdet Kuru cennette sakin ağaçlar gölgesinde, sütten baldan şaraptan ırmaklar kıyısında hiç bilmediğimiz kalemlerle hiç görmediğimiz uçuk çizgiler çekiyordur, hiç tanımadığımız kokulu kağıtlara çizilip, kataloglarda yer almayan renklere boyanıyordur o resimler…

Sahi Necdet Abi, Azrail Efendimizin gelişini çizmeyi düşünmüş müydün dünya hayatında?



Mehmet Aycı “evvel giden ahbaba” selam etti
dünyabizim.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder